3 Nisan 2012 Salı

ÇOCUKTAN ANNE BABAYA MEKTUP

Sevgili Anneciğim, Babacığım,Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim:
 Deneme ile öğrenirim. Bana oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşılarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her işimde, koruyup kollamaya çalışmayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Kendi işimi kendim görmeye alıştırın. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım?
Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz ben şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutmayınca sizlere güvenim azalıyor.Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.
 Beni dinleyin. Öğrenmeye en yakın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve açık olsun.
Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.
Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi izler bırakır. “Ben senin yaşında iken...” diye başlayan sözleri hep kulak ardına atarım.
Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Beni, korkutup sinirlendirerek, suçluluk duygusu aşılayarak usandırmaya çalışmayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.
Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Başarmam için beni destekleyin. Hiç değilse çabamı övün. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.
Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın. Bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın, yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunalttığım sırada bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben sizi yabancıların yanında güç durumlara düşürebilirim.
Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yakınlaştırır.
Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.
Biliyorum arasıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdiklerinizin yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarılmasın.
Benden “örnek çocuk” olmamı beklemezseniz, ben de sizden kusursuz ana baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.
Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim!
Sizi seviyorum.Çocuğunuz... 



ALINTI

1 Nisan 2012 Pazar

YARAB

 Ya Hasib!

Emellerim hesaba gelmez arzularım sayıya



dökülmez

Defterimden yanlışlarımı çıkar ki hesabım 



kolay olsun

Ihtiyaçlarımın en küçügüne hayallerimin



hiçbirine elim


yetişmez

Kalbimin sızılarını topla ki hesaba gelir bir



duam olsun.

Ya Kerim!



Ya Rabbi!
Kereminle güzel eyle her halimi


Kereminle sevindir kalbimi


Sen ki en çok acizlere zayıflara ikram eylersin


Sen ki hiç sebepsiz hiç hesapsız kerem 



eylersin

Sen ki bir avuç tohumda bir bahçenin agacını,



saklarsın.

Cennetine al hiç bitmeyen ikramına eriştir 



beni.

Kerem et bu acize az sevabını çok eyle



Ya Rakib!

Ömrümün her anında seni anmak dilerim


Lakin halim el vermez unuturum


Kalbime zikrini yerleştir uyandır beni


Ölüm anımı sen anarak yaşamak isterim


Lakin mecalim yetmez susarım


Dualarimi katına eriştir yandır beni


Hesap günü seni razı etmeyi arzu ederim


Lakin sevabım yetmez korkarım


Yaptiklarımı hayra eriştir iyilerle andır beni


Ey her şeyin var edicisi, ey her varın, her


 varlığın yegane sahibi!

Dilimizdeki düğümü çöz. Göğsümüzdeki 



SIKINTIYI gider. Bizi imanın esenlik 


bağışlayan yurdundan ayırma. Bizi 


salihlerdenkıl. Bizi iyiliğin, erdemin, 


güzelliğin ve direnişin ışıltılarıyla donat. Bizi


 ışıksız, azıksız bırakma. Elimizi kötülükten, 


dilimizi kirden,dimağımızı 


kötürümleşmekten, inancımızı küfürden uzak 


tut. Üzerimize sabır yağdır.


 Ayaklarımızı kavi kıl ve bize dayanma gücü


 ver.

Ey adaşı, ortağı olmayan
Yüce Allah!


Zamanın kirli ve boğucu örtüsünü



 üzerimizden atacak bilgi, bilinç ve hikmetle


 donat bizi. Sabırla, çabayla, onurlu bir


 imeceyle kovduğumuz zindanlarda tutsak


 kılma. Acıyı dönüştüren bir bilgelikle


, gönülleri yumuşatan bir merhametle, güzel


 yasamayı örneklendiren bir tanıklıkla yoğur


 bizi. Bizi tut. Bizi bırakma. Bize


 kaldıramayacağımız bir yük yükleme.


 Başımızı dik tutmak için güçlü kıl bizi.


 Kalbimizi kötülüğe döndürme. Bizi


 dönenlerden, döneklerden uzaklaştır. Bizi


 kitabın yolundan ayırma. Ellerimizi bırakma.


 Şereflice yaşama ve ayakta kalma zindeliğini


 eksik etme bizden. Bizleri eksiltme, zelil


 kılma. Bizi sev. Bizi sevgiyle büyüt. Ve


 canımızı Müslümanlar olarak al! AMİN




ALINTI

30 Mart 2012 Cuma

İYİ YOLCULUKLAR YAVRULARIMA

İlkgözağrım,papatyam bu gece sabaha karşı gidiyor şimdiden kalbim sızlamaya başladı. Allahım acılarını göstermesin sağ sağlim gitsinler inşallah Allahım onları bütün kötülüklerden saklasın nazarlardan kem gözlerden korusun hep saglıklı hep mutlu olsunlar rızıkları bol olsun  bana da sabır ver yarabbim Amin...

16 Mart 2012 Cuma

PAPATYAM GELDİ

Papatyam prensesim dün geldi bana süpriz yaptı çok mutluyum oğlumun kokusunu getirdi...

15 Mart 2012 Perşembe

SEVGİ İÇİN RANDEVU ALAN ÇOCUK

Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı:

"Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?"
"Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum."
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu,
babası arabayı seviyordu. Herşey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu
olduğunda.
Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu.
Nerelere gitsindi?
Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu.
Koşarak yanına gitti.
"Sana yardım edeyim mi?" dedi en sevimli halini takınarak.
Annesi manalı manalı baktı."Hayırdır. Bir yaramazlık filan. Bak bir de seninle uğraşmayayım.
Çok yorgunum zaten."
Yorgunluk nasıl bir şeydi. Bazen elinde
 oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır."Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni"diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi
kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
"Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem
öyle söylüyor."
"Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan
ölüyorum."
Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle
yorgun yorgunken...
"Anneciğim sen yorulma diye..."
 "Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene
kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz."
"Hani siz yoruluyorsunuz ya..."
"Eeee...."
"Ben de oynamaktan yoruluyorum."
"Ne yapayım?"
"Bilmem..."
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç  bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden.Annesi öfkeyle
 söylenmeye başladı.
"Mum da yok" diye diye karıştırdı dolapları el yordamı.Çocuk sırtüstü yatıp,anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini
getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki elini birleştirip işaret
parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı."bak deli tavşan" diyerek parmaklarını oynattı.Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu.
Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Neden sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti birden.
Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir
pişmanlık doldurdu içini.
Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına
"İşin bitince beni sever misin anne?" dedi.
 Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar
ağladı.
Eğer bir çocuk aile içinde sevgi ve arkadaşlık görmüşse,
BU DÜNYADA MUTLU OLMAYI ÖĞRENİR


13 Mart 2012 Salı

TAHTA TABAK


Oğlu,gelini ve 4 yaşındaki torunuyla yaşayan bir adam vardı. Elleri titriyor, gözleri eskisi kadar iyi görmüyor,yürürken sendeliyordu. Yemek zamanı geldiğinde aile masaya birlikte otururdu. Fakat yaşlı büyükbabanın titreyen elleri, bulanık gören gözleri yemeği işkenceye dönüştürüyordu…
Bezelyeler kaşığından yere yuvarlanıyor, bardağı tuttuğunda masa örtüsüne süt sıçrıyordu…
Oğlu ve gelini bu durumdan rahatsız olmaya başlamışlardı…
Karı-koca köşeye küçük bir masa yerleştirdiler. Ailenin geri kalanları yemeklerinin tadını çıkarırken, büyükbaba bu küçük masada tek başına yiyordu…
Zaman içinde bir-iki tabak kırmasının ardından büyükbabaya yemekleri tahta tabakta verilmeye başlandı…
Böyle yalnız başına yemek yerken yaşlı adama göz attıklarında onu sessizce ağlarken buluyorlardı. Yine de karı-kocanın büyükbabayla konuşmaları yalnızca düşürdüğü çatal, döktüğü yemek için yapılan azarlamaların ötesine gitmiyordu…
Ailenin en küçük ferdiyse bütün bunları sessizce izliyordu. Bir öğleden sonra babası küçük oğlunu tahta parçalarıyla uğraşırken buldu ve tatlı bir sesle ona ne yaptığını sordu:
Oğlu aynı tatlılıkla:
-“Sana ve anneme ben büyüdüğümde kullanmanız için küçük birer kase yapıyorum…” diye cevap verdi ve işine devam etti…
Bu kelimeler anne-babasını öyle etkiledi ki, bir süre gözlerinden süzülen yaşlarla sessizliklerini korudular. Her ikisi de yapması gerekeni biliyordu. O akşamdan itibaren büyükbaba yeniden ailesiyle aynı masada yemeğini yedi ve ne oğlu ne de gelini düşen bezelyeleri, ıslanan masa örtüsünü, dökülen sütü dert etti…





Alıntı

ÇOCUGUN BABASINA VERDİĞİ DERS

Günlerden bir gün zengin bir baba oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı; insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin evinde iki gün geçirdiler. Köyden oturdukları kente gelirken baba oğluna sordu;
"İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
"Evet!"
"Ne öğrendin peki?"
"Şunu öğrendim: Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa üç. Bizim bahçede çok büyük bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim birkaç halımız var, onların yemyeşil, göz alabildiğince uzanan çimenleri. Bizim görüş alanımız karşı apartmana kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.
Oğlu ekledi; "Teşekkürler, baba. Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!''

Hayata biraz da Cocukca bakabilmek dilegiyle…



Alıntı

10 Mart 2012 Cumartesi

VER ALLAHIM

Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin..
Güzel Allah’ım.. Kimileri seni gökte umar, yerde arar.. Sen ise müminlerin kalbindesin..
Ey büyük Allahım;
Bana öyle bir “sevgi” ver ki;
Sadece dostumu değil, düşmanlarımı da sevebileyim.. Sevgim sonsuz bir hazine gibi bitmesin.. Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin.. Sevgi mücevherleri paylaştıkça çevremi doldursun..
Düşünebildiğim ve inandığım her sözü söyleyebildiğim için şükredebileyim.. Yıllar sonra beni hatırlayanlar, “herkese iyilik eden biriydi, tüm insanları severdi, o düzeyde de sevilen bir kişiydi” diye konuşsunlar ve ben de huzur içinde olayım..
Bana öyle bir “güç” ver ki;
Herkesten daha çok çalışabileyim.. Hayatın acımasız şartlarına esir düşmeyeyim.. Efrad-ı ailemi ve akrabayı taallukatımı mutlu edeyim, hatta mutluluğu başkalarına da götürebileyim...
Bana öyle bir “gönül” ver ki;
Bir kuruluşun tepe noktasında olsam bile yetkimi asla farklı şekilde kullanmayayım.. Maiyetimdeki kişilere adaletli olayım.. Kimseye hor gözle bakmayayım.. Ne oldum delisi olmayayım.. Zamanında çektiğim sıkıntıları insanlara çektirmeyeyim.. Daima “ben” yerine, daha çok “biz” sözcüğünü kullanabileyim..
Bana öyle bir “sağlık” ver ki;
Düşünebileyim, konuşabileyim, üretebilecek gücü kuvveti kendimde bulabileyim..
Bana öyle bir “erdem” ver ki;
İyilik edebileyim ve iyiliğimin karşılığında teşekkür edenlere; “estağfirullah, ben bir şey yapmadım ki” diyebileyim.
Bana öyle bir “yetenek” ver ki;
İyi eş, iyi baba, iyi anne, iyi komşu, iyi arkadaş, iyi vatandaş olabileyim..
Bana öyle bir “umut” ver ki;
Bugüne kadar yapmış olduğum hatalar için karamsarlığa düşmeyeyim, her an ufkumu geliştirerek hayata yeniden başlayayım..
Bana öyle bir “irade” ver ki;
Bir gün şeytana yenilip onun egemenliğine doğru yönelirsem; eğer bu bir düşünce ise düşüncemi, bu bir adım ise ayağımı, bu bir uzanma ise elimi durdurabileyim..
Bana öyle bir “sabır” ver ki;
İtidalli olmak, mütevazı yaşamak, insanları incitmemek, hayat tarzım olsun.. Düzgün olayım.. Doğru düşünebileyim.. Sükûneti bulayım,..
Ey Ulu Allah’ım.. Ey Âlemlerin Rabbi.. Ey Kâinatın Sahibi..
Senin hazinen geniştir..
Bunları Senden istiyorum..
Sana sığınıyorum..
Ancak: Hiçbir şey vermesen de, dualarımı nazar-ı dikkate almasan da, zerre miskâl dert etmem..
Edemem!..
Kulum, de bana.. Kulum de sadece..
Bir kere.., bir kere..
O da kâfi..
O da yeter!..

Alıntı

9 Mart 2012 Cuma

SAĞIR KURBAĞA

Kurbağalar bir gün yarışma düzenlemiş. Hedef; çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış.Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş.Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: ''Zavallılar! hiç bir zaman başaramayacaklar!''
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyorlarmış:''Zavallılar! hiç bir zaman başaramayacaklar!''
Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş;''Bu işi nasıl başardın?'' diye.O anda farkına varmışlar ki; Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!


Siz de, hayallerinizi gerçekleştiremeyeceğinizi söyleyen söz ve kişilere karşı hep sağır kalın. Olumsuz düşünen insanları duymayın!…



Alıntı



RENKLER (FARKLILIK)

Dünyanın bütün renkleri birgün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli, en
özel oldugunu tartışmaya baslamışlar;

YEŞIL demis ki:
"Elbette en önemli renk benim... ben hayatın ve umudun rengiyim. Çimenler, ağaçlar,
yapraklar için seçilmişim... Söyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim rengimle kaplı...!


MAVI hemen atılmış:
"Sen sadece yeryüzünün rengisin, ya ben?...Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim.
Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir ve huzur olmadan siz hiçbir işe yaramazsınız"


SARI söz almıs:
"Siz dalga mı geçiyorsunuz?... Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim... güneşin rengiyim..
. ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz"


TURUNCU onun sözünü kesmiş: "Ya ben?... Ben sağlık ve direncin rengiyim... insan
yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur... Portakalı, havucu düşünün.
Ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne
o  rengi veren de benim unutmayın"


KIRMIZI daha fazla dayanamamış:
"Ben hepinizden üstünüm!!! Ben kan rengiyim!! 
Kan olmadan hayat olur mu!!
Ben tehlike ve cesaretin rengiyim!!! Savaşın ve ateşin rengiyim!! Aşkın ve tutkunun rengiyim!!!
Bensiz bu dünya bomboş olurdu!!!"


MOR ayağa kalkmış: "Hepinizden üstün benim... ben asalet ve gücün rengiyim.Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir... Ben otorite ve bilgeliğin rengiyim,
insanlar beni sorgulamaz... dinler ve itaat ederler"


....Ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar... Her biri diğerini itip kakıyor;
"En büyük benim" diyormuş...
 Derken bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış...
Bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış , korkuyla birbirlerine sarılmışlar...
Ve YAĞMUR’un sesi duyulmuş...
 "Sizi aptal renkler... Bu kavganızın anlamı ne?... Bu üstünlük çabanız neden?...
Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden
farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz...Şimdi elele tutuşun ve bana gelin"
 Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar... Elele tutuşup birlikte
gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay şeklini almışlar... Yağmur onlara;
 "Bundan böyle..." demiş.... "Her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü
halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız , ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar,
güç bulacaklar... insanlara yarınlar için umut olacaksınız...Gökyüzünü bir kuşak gibi
saracaksınız ve size GÖKKUŞAĞI diyecekler... Anlaştık mı?.."
 Bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından
gökyüzünde GÖKKUŞAĞI belirir...Biz de gökkuşağındaki o renkler gibi birbirimizden farklıyız, ve hepimiz özeliz...Bunu bilerek etrafımızla uyum içinde yaşamalıyız...



Alıntı  

KARIŞIK KIZARTMA


        Karışık kızartma patates,patlıcan,kırmızı ve yeşil biber,sarımsaklı domates sos
çok lezzetli oluyor ama ekmek çok yeniyor...