20 Mayıs 2012 Pazar

AĞLAMAK VE GÜLMEK

 Bir ikilidir ağlamak ve gülmek. Ağlamak, sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık, güçsüzlük demek değildir bence. 
Gariptir belki…Ne zaman ağlayan birini görsem içim acısa da yine de sevinirim. Çünkü bilirim ki ağlayan kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır. Katılaşmamıştır yüreği. Kalp ağlamazsa gözyaşı da akmaz denir ya. İşte onun gibi. Sevindiğimizde atılan kahkahalar kadar, üzüldüğümüz zamanlarda dökülen gözyaşları da bir o kadar değerlidir.Bir düşünürün dediği gibi "Gözyaşı, çekilen sıkıntıyı ve bunun beraberinde gelen hakikati değiştirmez belki ama kalbi katılaşmaktan kurtarır. Gerçeklerin betona çarpıp geri dönmesine engel olur."
Bu nedenle de ağlamak güzeldir. Üzülmeyi becerebilen bir insan, sevinmeyi de becerebilir. Ağlayabilen bir insan gülmenin kıymetini daha iyi anlayabilir. Ağlatanlardan değil ağlayanlardan olmanın ayrıcalığını hissedebilir.
 Ağlamak sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık, güçsüzlük demek değildir. Canımız yandığında öfke ve intikam duygularıyla kalbimizi nasırlaştıracağımıza, gözyaşlarımızla yapılan temizlik, kalbin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olur.
 Ağlayan birisine yapılacak en büyük destek, bana göre, samimi bir dokunuş ya da uzatılan bir mendildir. Bunlar bin türlü sözden çok daha kıymetlidir.
Ağlayabilmek insan olmanın gereklerinden biridir. Her şeye rağmen, özellikle insanın kendisine rağmen ağlayabilmesi takdire şayan bir erdemdir.
 Ağlamakla gülmek, olmazsa olmaz bir ikilidir. Tıp
kı evrende olan diğer zıtlıklar gibi...












                                                                                                                                     Alıntı

18 Mayıs 2012 Cuma

ÇAY SAATİ

Tava böreğini tulum peynirle yaptım tadı aynı su böreği gibi oldu .Patlıcan salata,karışık kızartma, patates ve tavuk burger kızartma ve kek...

17 Mayıs 2012 Perşembe

ANNENİN GÖŞYAŞLARI

Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu. 

Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-Ya gelmezse, ya izin alamadıysa. ” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti. 

Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı. . Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; ” Bu telaşın niye?” diye. Ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti. 

Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de. . ” İçinde sıkıntı artmaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh. . yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…” 
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse. . ” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı. , ekranına baktı, arayan oğluydu. 
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu; 
-Alo. . 
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim. 
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım. 
-Öyle mi yavrucuğum. 
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu; 
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin. 
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim. 
-Sen sen. . bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum. 
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı. 
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi. 
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur. 
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah. . kapı çalıyor, sanırım baban geldi. 
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım. 
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol. 
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu. 
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. 

SADECE KÜÇÜK BİR GÜLÜMSEMEYDİ

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme, adamın kendini daha iyi hissetmesine neden oldu. Bu mutlu hava içinde, yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dostuna teşekkür etmediği geldi aklına. Hemen bir not yazıp yolladı. Dost, bu sıcak teşekkürden öyle keyiflendi ki her öylen yemek yediği lokantadaki garson kıza yüklüce bir bahşiş bıraktı. Garson kız, ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. O sevinç içinde akşam eve giderken kazandığı paranın bir kısmını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. İki gündür boğazından tek lokma geçmemiş adam, öylesine minnettar oldu ki güzelce karnını doyurduktan sonra ıslık çalarak bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu tuttu. Öyle neşeliydi ki bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar oynadı, koşuşturdu durdu. 
Gece yarısından sonra apartmanı bir anada dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanın kokusunu alan köpek öyle bir havlamaya başladı ki önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı... Anne babalar, dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar. 
Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan, küçük bir gülümsemenin sonucuydu. 

Alıntı    

KUZEYİN İNTİKAMI

Ya bu kadarda mesajlaşılır'mı ben böyle abinin eline ed...rim...
Kuşumuzu evin içinde bıraktık küçüğümün telefonuna kondu eline'de pisledi bizim intikamımızı aldı...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

BEBEĞİN KULAKLARI

"Bebeğimi görebilir miyim" dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağını açtığında şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu!
Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı.Bebeğin kulakları yoktu...Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği,sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.
Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; Ağlayarak 
"Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."
Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı.Annesi, her zaman ona "Genç insanların arasına karışmalısın" diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu. Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
"Hiçbir şey yapılamaz mı?" diye sordu.
Doktor "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi.
Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti bir gün babası
"Hastaneye gidiyorsun oglum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.
Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu:
"Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir sey yapamadım... Bir şey yapabileceğimi de sanmıyorum" dedi Babası, "fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil..."
Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; Kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu. 
"Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası"..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?"
Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı degildir, ancak kalptedir! Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir...
Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!" 



                                                     

15 Mayıs 2012 Salı

DİLENCİ KIZ

                                                    
Bir çelimsiz,küçük bir kız çocuğu sokağın köşesine oturmuş;yiyecek,para yada alabileceyi herhangi bir şey dileniyordu.
Üstü,başı yırtık,yüzü,gözü,kir,pas içindeydi.
Kız dilenirken sokaktan iyi giyimli,zengin ve iyi yaşadığı görünüşünden belli olan bir erkek geçiyordu kızı farketti ama kız farketmesin diye ikinci kez dönüp bakmadı kıza zengin ve sıcak evinin yolunu tuttu.
Eve geldiğinde sıcak ve güzel zengin bir sofra onu bekliyordu.
Geçti ellerini yıkadı lavaboda ve yemeğe oturdu yemeği zevkle ve iştahla kaşıklarken birden o küçük,perişan kılıklı kız aklına geldi;
İsyanını dile getirdi kolayı seçerek.
Allah'ım dedi nasıl izin verirsin o kızın perişan haline,neden ona yardım etmiyorsun ve rahatladı büyük bir görevi yerine getirmiş gibi.
Az sonra ruhunun derinliklerinden gelen bir ses duydu;

                                                  ''YAPTIM SENİ YARATTIM''...






Alıntı

BUGÜN NE YEDİK

Taze yaprakla'da güzel oluyor yanında cacıkda olunca miss...

HOLLANDAYA HOŞ GELDİNİZ

                                                  
Bana genellikle özürlü bir çocuk büyütmenin nasıl bir şey olduğunu sorarlar. İşte anlatıyorum... 
Bir bebek sahibi olacağınızı anladığınızda yaşadığınız duygu, İtalya’ya güzel bir seyahat planı yapmaya benzer. 

İtalya hakkında bir sürü kitap ve broşür alırsınız ve harika planlar yapmaya başlarsınız. 

Coliseum Mikelanjelo’nun Davut’u. Venedik’teki gondollar. İtalyanca birkaç sözcük bile öğrenirsiniz. 

Her şey çok heyecan vericidir. 

Aylar süren beklemeden sonra, o gün gelir çatar. Bavullarınızı toplar, yola çıkarsınız. 

Birkaç saat süren yolculuktan sonra, uçağınız havaalanına iner. 

Hostes mikrofonu eline alır ve: 

“ Hollanda’ya hoş geldiniz “ der. 

“Hollanda mı? “ dersiniz. “Ne demek istiyorsunuz? Ne Hollandası? Ben İtalya’ya bilet almıştım. 

Benim İtalya’ya gitmem gerek. Tüm yaşamım boyunca İtalya’ya gitmenin düşünü kurdum ben.” 

Fakat uçuş rotasında bir değişiklik yapmışlardır. 

Hollanda’ya inmişsinizdir ve orada kalmanız gerekir. 

Önemli olan sizi korkunç, iğrenç ve pis bir yere, açlığın ve hastalıkların ortasına bırakmamışlardır. 

Sadece farklı bir yerdesinizdir. 

Bu yüzden çıkıp yeni broşürler ve kitaplar almanız ve yepyeni bir dil öğrenmeniz gerekmektedir ve

daha önce hakkında hiçbir şey bilmediğiniz insanlar tanımak zorundasınızdır. 

Geldiğiniz yer sadece farklı bir yerdir. Oradaki yaşam, İtalya’dakinden daha yavaştır, İtalya kadar etkileyici değildir. 

Fakat bir süre orada kaldıktan sonra nefesinizi tutar ve çevrenize bir bakarsınız... 

Ve Hollanda’nın yel değirmenlerini fark edersiniz... Ve lalelerini. 

Hollanda’nın Rembrandları bile vardır. 

Fakat tanıdığınız herkes İtalya’ya gidip gelmektedir. Sürekli orada geçirdikleri güzel günleri anmaktadır ve yaşamınız boyunca: 

“Evet, benim de gitmem gereken yer orasıydı. Ben de aynı planı yapmıştım.” dersiniz. 

Bu nedenle duyduğumuz acı asla, asla dinmez... Çünkü yitirdiğiniz düş çok önemli bir düştür. 

Ancak tüm yaşamınızı İtalya’ya gidemediğiniz için üzülerek geçirirseniz Hollanda’nın güzelliklerinin hiçbir tadını çıkaramazsınız.




Alıntı

AŞÇI BABADAN KIZINA HAYAT DERSİ


Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan dem vuran bir kız varmış. Genç kızın bu şikâyetleri karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlenmiş. Bir gün onu mutfağa götürmüş. Üç ayrı cezveyi suyla doldurup ateşin üzerine koymuş. Sonra birine patates, diğerine yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdiklerini koymuş. Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapatmış. Birinci cezveden patatesleri çıkarıp bir tabağa koymuş. İkincisinden yumurtayı çıkarıp onu da bir tabağa koymuş. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşaltıp kızına dönerek sormuş:“Ne görüyorsun?”“Patates, yumurta ve kahve.”“Daha yakından bak” demiş babası. Patatese dokun. Kız denileni yapmış ve patatesin yumuşamış olduğunu, yumurtanın katılaşmış olduğunu görmüş. Kahveden bir yudum aldığında ise, kahvenin nefis tadıyla yüzüne bir gülümseme yayılmış. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamış ve babasının yüzüne bakmış.Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun altında kaldıklarını anlatmış. Ama her birinin bu sıkıntı karşısında farklı tepkiler verdiğini söylemiş. Patates daha önce tavizsiz ve sert görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüş. Yumurta ise kaynar suyu görünce sertleşip katılaşmıştı. Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi.Babası kızına dönüp şunu sormuş:“Sen bunlardan hangisisin? Bir sıkıntıya düştüğünde, patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yoksa yumurta gibi kalbin mi katılaşacak? Veya kahve çekirdekleri gibi başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin verecek misin?...


                                          

                                                        


Alıntı
                                                                        

14 Mayıs 2012 Pazartesi

KURSUN SON GÜNÜ

Bugün 06.02.2012 tarihinde başladığım kursumun son günüydü.Bir çok arkadaş kazandım çok güzel günler geçirdim.Çok güzel bilgiler edindik, hatalarımızı gördük kendimize haksızlık yaptığımızı anladık, yapmamız ve yapmamamız gerekenleri öğrendik,güldük, ağladık, dertleştik,dedikodu yaptık, oyunlar oynadık küçük kız çocuklarına dönüştük ve bugün vedalaştık helalleştik belki çoğunu bir daha görmeyeceğim ama anılarımın  bir köşesinde daima olacaklar.
Hocamız harika, mükemmeldi.Hem eğitimci,hem psikolog,hem  
kardeş,hem arkadaş,hem sırdaş vs vs ayy onu anlatabilmek için söz bulamıyorum şunu iyice anladım ki insan sevdiği mesleği yapmalı ki faydalı olsun.O kadar insanın iç dünyasına psikolojisine göre nasıl hitap etti isimlerini nasıl hafızasında tutabildi o kadar bilgiyi nasıl 14 haftaya sığdırdı.(öğreterek,anlatarak anlattırarak ,yaşatarak)Maşallah ona Allah nazarlardan korusun hayırlı bütün duaları kabul olsun inşallah...