16 Mayıs 2012 Çarşamba

BEBEĞİN KULAKLARI

"Bebeğimi görebilir miyim" dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağını açtığında şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu!
Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı.Bebeğin kulakları yoktu...Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği,sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.
Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; Ağlayarak 
"Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."
Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı.Annesi, her zaman ona "Genç insanların arasına karışmalısın" diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu. Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
"Hiçbir şey yapılamaz mı?" diye sordu.
Doktor "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi.
Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti bir gün babası
"Hastaneye gidiyorsun oglum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.
Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu:
"Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir sey yapamadım... Bir şey yapabileceğimi de sanmıyorum" dedi Babası, "fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil..."
Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; Kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu. 
"Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası"..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?"
Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı degildir, ancak kalptedir! Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir...
Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!" 



                                                     

15 Mayıs 2012 Salı

DİLENCİ KIZ

                                                    
Bir çelimsiz,küçük bir kız çocuğu sokağın köşesine oturmuş;yiyecek,para yada alabileceyi herhangi bir şey dileniyordu.
Üstü,başı yırtık,yüzü,gözü,kir,pas içindeydi.
Kız dilenirken sokaktan iyi giyimli,zengin ve iyi yaşadığı görünüşünden belli olan bir erkek geçiyordu kızı farketti ama kız farketmesin diye ikinci kez dönüp bakmadı kıza zengin ve sıcak evinin yolunu tuttu.
Eve geldiğinde sıcak ve güzel zengin bir sofra onu bekliyordu.
Geçti ellerini yıkadı lavaboda ve yemeğe oturdu yemeği zevkle ve iştahla kaşıklarken birden o küçük,perişan kılıklı kız aklına geldi;
İsyanını dile getirdi kolayı seçerek.
Allah'ım dedi nasıl izin verirsin o kızın perişan haline,neden ona yardım etmiyorsun ve rahatladı büyük bir görevi yerine getirmiş gibi.
Az sonra ruhunun derinliklerinden gelen bir ses duydu;

                                                  ''YAPTIM SENİ YARATTIM''...






Alıntı

BUGÜN NE YEDİK

Taze yaprakla'da güzel oluyor yanında cacıkda olunca miss...

HOLLANDAYA HOŞ GELDİNİZ

                                                  
Bana genellikle özürlü bir çocuk büyütmenin nasıl bir şey olduğunu sorarlar. İşte anlatıyorum... 
Bir bebek sahibi olacağınızı anladığınızda yaşadığınız duygu, İtalya’ya güzel bir seyahat planı yapmaya benzer. 

İtalya hakkında bir sürü kitap ve broşür alırsınız ve harika planlar yapmaya başlarsınız. 

Coliseum Mikelanjelo’nun Davut’u. Venedik’teki gondollar. İtalyanca birkaç sözcük bile öğrenirsiniz. 

Her şey çok heyecan vericidir. 

Aylar süren beklemeden sonra, o gün gelir çatar. Bavullarınızı toplar, yola çıkarsınız. 

Birkaç saat süren yolculuktan sonra, uçağınız havaalanına iner. 

Hostes mikrofonu eline alır ve: 

“ Hollanda’ya hoş geldiniz “ der. 

“Hollanda mı? “ dersiniz. “Ne demek istiyorsunuz? Ne Hollandası? Ben İtalya’ya bilet almıştım. 

Benim İtalya’ya gitmem gerek. Tüm yaşamım boyunca İtalya’ya gitmenin düşünü kurdum ben.” 

Fakat uçuş rotasında bir değişiklik yapmışlardır. 

Hollanda’ya inmişsinizdir ve orada kalmanız gerekir. 

Önemli olan sizi korkunç, iğrenç ve pis bir yere, açlığın ve hastalıkların ortasına bırakmamışlardır. 

Sadece farklı bir yerdesinizdir. 

Bu yüzden çıkıp yeni broşürler ve kitaplar almanız ve yepyeni bir dil öğrenmeniz gerekmektedir ve

daha önce hakkında hiçbir şey bilmediğiniz insanlar tanımak zorundasınızdır. 

Geldiğiniz yer sadece farklı bir yerdir. Oradaki yaşam, İtalya’dakinden daha yavaştır, İtalya kadar etkileyici değildir. 

Fakat bir süre orada kaldıktan sonra nefesinizi tutar ve çevrenize bir bakarsınız... 

Ve Hollanda’nın yel değirmenlerini fark edersiniz... Ve lalelerini. 

Hollanda’nın Rembrandları bile vardır. 

Fakat tanıdığınız herkes İtalya’ya gidip gelmektedir. Sürekli orada geçirdikleri güzel günleri anmaktadır ve yaşamınız boyunca: 

“Evet, benim de gitmem gereken yer orasıydı. Ben de aynı planı yapmıştım.” dersiniz. 

Bu nedenle duyduğumuz acı asla, asla dinmez... Çünkü yitirdiğiniz düş çok önemli bir düştür. 

Ancak tüm yaşamınızı İtalya’ya gidemediğiniz için üzülerek geçirirseniz Hollanda’nın güzelliklerinin hiçbir tadını çıkaramazsınız.




Alıntı

AŞÇI BABADAN KIZINA HAYAT DERSİ


Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan dem vuran bir kız varmış. Genç kızın bu şikâyetleri karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlenmiş. Bir gün onu mutfağa götürmüş. Üç ayrı cezveyi suyla doldurup ateşin üzerine koymuş. Sonra birine patates, diğerine yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdiklerini koymuş. Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapatmış. Birinci cezveden patatesleri çıkarıp bir tabağa koymuş. İkincisinden yumurtayı çıkarıp onu da bir tabağa koymuş. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşaltıp kızına dönerek sormuş:“Ne görüyorsun?”“Patates, yumurta ve kahve.”“Daha yakından bak” demiş babası. Patatese dokun. Kız denileni yapmış ve patatesin yumuşamış olduğunu, yumurtanın katılaşmış olduğunu görmüş. Kahveden bir yudum aldığında ise, kahvenin nefis tadıyla yüzüne bir gülümseme yayılmış. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamış ve babasının yüzüne bakmış.Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun altında kaldıklarını anlatmış. Ama her birinin bu sıkıntı karşısında farklı tepkiler verdiğini söylemiş. Patates daha önce tavizsiz ve sert görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüş. Yumurta ise kaynar suyu görünce sertleşip katılaşmıştı. Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi.Babası kızına dönüp şunu sormuş:“Sen bunlardan hangisisin? Bir sıkıntıya düştüğünde, patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yoksa yumurta gibi kalbin mi katılaşacak? Veya kahve çekirdekleri gibi başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin verecek misin?...


                                          

                                                        


Alıntı
                                                                        

14 Mayıs 2012 Pazartesi

KURSUN SON GÜNÜ

Bugün 06.02.2012 tarihinde başladığım kursumun son günüydü.Bir çok arkadaş kazandım çok güzel günler geçirdim.Çok güzel bilgiler edindik, hatalarımızı gördük kendimize haksızlık yaptığımızı anladık, yapmamız ve yapmamamız gerekenleri öğrendik,güldük, ağladık, dertleştik,dedikodu yaptık, oyunlar oynadık küçük kız çocuklarına dönüştük ve bugün vedalaştık helalleştik belki çoğunu bir daha görmeyeceğim ama anılarımın  bir köşesinde daima olacaklar.
Hocamız harika, mükemmeldi.Hem eğitimci,hem psikolog,hem  
kardeş,hem arkadaş,hem sırdaş vs vs ayy onu anlatabilmek için söz bulamıyorum şunu iyice anladım ki insan sevdiği mesleği yapmalı ki faydalı olsun.O kadar insanın iç dünyasına psikolojisine göre nasıl hitap etti isimlerini nasıl hafızasında tutabildi o kadar bilgiyi nasıl 14 haftaya sığdırdı.(öğreterek,anlatarak anlattırarak ,yaşatarak)Maşallah ona Allah nazarlardan korusun hayırlı bütün duaları kabul olsun inşallah...

EINSTEIN VE ŞÖFÖRÜ


                                       
Einstein bir çok yerde konferanslar vermişti. Bu konferanslara özel şoförün kullandığı bir otoyla gidiyordu. O konferans verirken şoför de dinleyiciler arasında oturarak onu dinlerdi. Bir gün yine bir yere konferansa gidiyorlardı. Bir aralık şoför, "-Dr Einstein," dedi, sizi o kadar uzun zamandır defalarca dinledim ki artık yapacağınız konuşmayı kelimesi kelimesine biliyorum." Yaşlı adam pası almıştı.
"-Pekala," dedi, "şimdi gitmekte olduğumuz yerde beni tanımazlar. Palto ve şapkalarımızı değişelim ve sen konuş."Şoför konuştu. Gerçekten de dersini iyi çalışmıştı. Biri çıkıp da daha önceki konferanslarda sorulmamış bir soru soruncaya kadar sorular kısmını bile başarıyla götürüyordu. Yine de bozuntuya vermedi:
"-Böyle basit bir şeyi sormanız gerçekten çok garip," dedi, "şimdi arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve size cevap vermesini söyleyeceğim."






Alıntı

FARKINDALIK ÖYKÜSÜ

Bir gün New-York’ta bir grup iş arkadaşı,yemek molasında dışarıya çıkar.Gruptan biri, Kızılderili’dir.Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri,yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili,kulağına cırcır böceği sesinin geldigini söyleyerek cırcır aramaya baslar.Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını,kendisinin öyle zannettigini söyleyip yollarınadevam eder. Aralarından bir tanesi inanmasa da, onunla aramaya devam eder.Kızılderili, yolun karşı tarafına dogru yürür,arkadaşı da onu takip eder.Binaların arasındaki bir tutam yeşilligin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar Arkadaşı, Kızılderili’ye: “Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?” diye sorar.Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşınakendisini takip etmesini söyler.Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar.Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldigi tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder.Kızılderili, arkadaşına dönerek:Önemli olan, nelere değer verdigin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin.”der...(Alıntı)







                                   


                                                 

GÖREBİLMEK(GÖZÜ GÖRMEYEN ÇOCUK)

                                                              



Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa :Buraların yabancısıyım demiş.Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum,çok yakın olduğunu söylediler.Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra :- Ben de buraya ilk defa geliyorum demiş.Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz?diye gülümsemiş çocuk.Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk.Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde farketmiş çocuğun kör olduğunu.Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini.Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.
Gösterdim... gördü anlamına gelmez
Söyledim... duydu anlamına gelmez
Duydu... doğru anladı anlamına gelmez
Anladı... hak verdi anlamına gelmez
Hak verdi... inandı anlamına gelmez
İnandı... uyguladı anlamına gelmez
Uyguladı... sürdürecek anlamına gelmez...


Alıntı

13 Mayıs 2012 Pazar

MELEĞİN ADI... N..T.N

Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan bir çocuk varmış. Bir gün Allah'a sormuş:
- Allah'ım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler, fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki orada nasıl yaşayacağım?
- Tüm meleklerin arasından bir tanesini senin için seçtim. O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin sana her gün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek. Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın.
- Peki insanlar bana bir şey söylediklerinde dillerini bilmeden söylediklerini nasıl anlayacağım?
- Meleğin sana dünyada duyabileceğin en güzel, en tatlı sözcükleri söyleyecek, sana konuşmayı dikkatle ve sevgiyle öğretecek.
- Peki Allah'ım, ben seninle konuşmak istersem ne yapacağım?
- Meleğin sana bana dua etmeyi öğretecek.
- Dünyada kötü adamlar olduğunu duydum, beni kim koruyacak?
- Meleğin seni kendi hayatı pahasına dahi olsa daima koruyacak.

-Fakat ben seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm.
-Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve bana gelmenin yollarını sana öğretecek.
O sırada cennette bir sessizlik olur ve dünyanın sesleri cennete gelmeye başlar. Çocuk gitmek üzere olduğunu anlar ve son bir soru sorar:
- Allah'ım eğer gitmek üzere isem lütfen çabuk söyle benim meleğimin adı nedir?
- Meleğinin adının önemi yok yavrum, sen onu "ANNE" diye çağıracaksın.









GALATASARAYLI FENERLİ

EN BÜYÜK CİMBOM...


YAŞAA FENERBAHÇE...



_Ne yapayım ilkgözağrım' la küçüğüm galatasaraylı,akıllım'la papatyam fenerli bende Anneyim!...