21 Nisan 2012 Cumartesi

KUZEY OĞLUM

Akıllımın kuşu ismi Kuzey onu çok sevdik daha yavru ama aklı büyük birazda nankööör biz onu çok seviyoruz o bizden kaçmaya çalışıyor hemde kafesin parmaklıklarından, tek tek parmaklıkları yokladı bende oyun oynuyo zannettim sonunda sığacağı yeri bulmuş kaç defa kaçarken yakaladım sonraa 

Anne dayağı yiyince böyle saklandı!..


Dayak cennetten çıkmış diye boşuna söylememişler.Gerçi sevince tekrar şımardı (Önlemi aldım çıkacağı yeri iple bağladım)
 ama o yinede vazgeçmiyor kaçmak için ipi kemiriyor  aynı yere gelip nöbet tutuyor ama Kuzey biz seni çok seviyoruz gitme Annemm...



FARENİN DERS VEREN ÖYKÜSÜ

                           
Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.
Kendi kendine:
İçinde hangi yiyecek var acaba ?" diye düşündü.Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.
"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.
Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:"Zavallı farecik...Bu senin sorunun benim değil.Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi.
Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koştu ve,"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye adeta çırpındı. Domuz anlayışla karşıladı ama,"Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol"dedi. Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve , "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!" dedi.İnek ;Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor." dedi.
Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı.
O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu.Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanınından
geliyordu.
Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu.Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti.
Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor,zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının
ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu.
Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu.Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti.Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi.Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü.
Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.
Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.
Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise tehlike bir gün hepimiz içindir unutmayalım...

Alıntı

FISILTI(TANRIM KONUŞ BENİMLE)


Adam fısıldadı, ” Tanrım konuş benimle” ve 
bir kus cıvıldadı ağaçta ama adam duymadı.

Sonra adam bağırdı ” Tanrım konuş benimle!”
 Ve gökyüzünde bir şimşek

çaktı, ama adam dinlemedi onu
.
Adam etrafına bakındı ve ” Tanrım seni 
görmeme izin ver” dedi. Ve bir yıldız parıldadı
 gökyüzünde. Ama adam farkına varmadı
.
Ve adam bağırdı, ” Tanrım bana bir mucize
 göster! ” Ve bir bebek

doğdu bir yerlerde. Ama adam bunu bilemedi
.
Sonra adam çaresizlik içinde sızlandı, ” Dokun
 bana Tanrım ve burada

olduğunu anlamamı sağla! ” Bunun üzerine
 Tanrı aşağı doğru süzüldü ve adama
 dokundu
.
Ama adam kelebeği elinin tersiyle uzaklaştırdı
 ve yürüyüp gitti.




Alıntı

HAYAT(HİNTLİ USTA)


Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı.
Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.
Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken ayni soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mi?" diye sordu yaşlı adam,
"Hayır" diye cevapladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve söyle dedi:
"Yasamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de
çok. Istırabın miktarı hep aynidir. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."





Alıntı

DENİZ YILDIZI

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca, bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil, binlerce denizyıldızı var. Ne değişecek ki?Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır.- Onun için çok şey değişti ama...


Alıntı

TABLO

  Bir gün avrupanın ünlü sanat merkezi kentlerinden birinde gezen çocuğun biri bir vitrinde çok hoş bir tablo görür. tablo belliki oldukça pahalıdır.

çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile o mağazaya gider. şanslıdır tablo hala satılmamıştır .içeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve "abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum. tüm paramda bu kadar" der. ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve resmi satar.

çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar.

mağazada adamın arkadaşlarıda vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar.

-sen ne yaptın o resmin değeri milyonlar ederdi. neden bu kadar cüzi bir rakama sattın?

adam cevap verir:

-evet ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim. ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim.





alıntı























KIRLANGICIN ÖYKÜSÜ

  Bir kırlangıç, bir kadına aşık oldu ve kadının penceresinin önüne konup ona; "Ben seni çok seviyorum lütfen pencereyi açıp beni içeriye al da birlikte yaşayalım" dedi. Kadın; "Olmaz, alamam...Sen bir kuşsun ve bir kuş bir kadına aşık olamaz!" diye yanıt verdi.kırlangıç bir süre sonra tekrar geldi ve "Lütfen pencereyi açıp beni içeri al birlikte yaşarız. Hem ben sana dost ve arkadaş olurum, canın da sıkılmaz birlikte yaşar gideriz..." dedi. Kadın onu yine geri çevirdi. Zaman geçti, sonbahar geldi. kırlangıç üçüncü ve son kez pencerenin önüne konup kadına : "Lütfen beni içeri al... Artık soğuklar başladı, dışarıda kalamam. Biliyorsun ben sıcak havalarda yaşayabilirim yalnızca.. Beni içeri almazsan sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım. Lütfen beni içeri al da burada kalayım. Birlikte yemek yer, omuzlarına konar, seni neşelendirir, sana yarenlik ederim. Hem sen de benim gibi yalnızsın..." Kadın; "Git derhal başımdan! Ben yalnız kalırım" dedi ve kuşu kovdu... Kırlangıç da bu yanıt üzerine üzüntülü bir biçimde uçtu ve uzaklara gitti. Kadın kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmeye başladı. "Ben ne kadar aptal, ne kadar akılsiz bir kadınım, niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim. Ne güzel birlikte kalırdık.." dedi kendi kendine ve kırlangıcı sıcak ülkelere gönderdiği için çok pişman oldu. Kadın pişman olmuştu ama iş işten geçmişti. Sonunda kendi kendine "Nasıl olsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım geri gelir. Ben de onu içeri alırım, birlikte mutlu bir yaşam süreriz" dedi...Ve penceresini sonuna dek açıp beklemeye başladı. Yazın gelmesiyle kırlangıçlar gelmeye başladı. Ama onun kırlangıcı gelmemişti .

Kadın Yazın sonuna dek hiç penceresini kapatmadan pencerenin başında bekledi ama boşuna.. kırlangıç yoktu.. Gelen kırlangıçlara sordu ama onun kırlangıcını gören olmamıştı. Sonunda bir bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitti. Bilge kişiye olanları anlattıktan sonra bilge kişinin verdiği yanıt kısa olmuştu : "Kırlangıçların ömrü 6 aydır...."

Yaşamda kimi insanlar vardır, bir kez karşına çıkar ve fark etmezsen, değerini bilmezsen uçup gider... Ve asla geri gelmezler...

Dikkatli olun, farkında olun ve bir düşünün... Acaba kaç kırlangıcı kovaladınız pencerenizden bugüne dek ?..



Alıntı

BABA OĞUL

    geçmiş zaman, hiç geçinemeyen bir baba ve oğlu varmış. baba , oğlunu

" sen adam olamazsın"

diyerek devamlı ikaz edermiş. gel zaman git zaman oğlan, ülkenin veziri olmuş. genç vezir, adamlarına babasını yanına getirmeleri için emir vermiş. yaşlı baba , yaka paça vezir oğlunun huzuruna çıkarılmış. kendisi ile gurur duyan vezir,

"bak baba gördün mü beğenmediğin oğlun vezir oldu"

demiş. baba oğluna şöyle bir bakmış ve demiş ki ;

"oğlum, ben sana vezir olamazsın demedim, adam olamazsın dedim".





ALINTI 







KÜÇÜK İSTAVRİTİN ÖYKÜSÜ

Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp hızla atıldı çapariye önce müthiş bir acı duydu dudağında gümbür gümbür oldu yüreği sonra hızla çekildi yukarıya... Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü neye benzerdi acep gökyüzü.Bir yanda büyük bir merak biryanda ölüm korkusu. "Dudağı yarıklar " denir, şanslıdır onlar, hani görüp te gökyüzünü , insanı oltadan son anda kurtulanlar. Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu küçük istavrit anladı yolun sonu. Koca denizlere sığmazdı yüreği. Oysa, şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, ansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.İnsanlar gelip geçtiler önünden bir kedi yalanarak baktı gözünün içine yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.İşte tam o anda eğilip aldım onu. Yürüdüm deniz kenarına bir öpücük kondurdum başına,iki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle, saldım denizin sularına.Bir an öylece baka-kaldı Sonra sevinçle dibe daldı. Gitti tüm kederimi söküp atarak, teşekkürü de ihmal etmemişti. Bir kaç değerli pulunu Elime, avuçlarıma bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu niye? "
Bir gün dedim, bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, Son ana kadar hep bir umudum olsun diye...


Alıntı

FİNCAN TAKIMI

Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: "Eski gazeteniz var mı bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu... Erkek çocuğu bana döndü "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu. Zengin mi?"Yo hayır!" diye yanıtlarken çocuğu,gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız,fincan tabaklarınız takım" dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi... Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri,halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli zengin olduğumu...


Alıntı 

YAŞAMIN YANKISI

 Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış. Birden çocuk ayağı takılıp düşüyor ve cani yanıp 'AHHHHH' diye bağırıyor.
İleride bir dağın tepesinden 'AHHHHH' diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor.
Merak ediyor ve
- ''Sen kimsin?'' diye bağırıyor. Aldığı cevap 'Sen kimsin?' oluyor.
Aldığı cevaba kızıp - ''Sen bir korkaksın!'' diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses 'Sen bir korkaksın!' diye cevap veriyor.
Çocuk babasına dönüp
- ''Baba ne oluyor böyle?'' diye soruyor.
- ''Oğlum'' der babası, ''Dinle ve öğren!'' ve dağa dönüp ''Sana hayranım!'' diye bağırıyor.
Gelen cevap ''Sana hayranım!'' oluyor. Baba tekrar bağırıyor, ''Sen muhteşemsin!''
Gelen cevap; ''Sen muhteşemsin!'. Çocuk çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor.
Babası açıklamasını yapıyor:
- ''İnsanlar buna yankı derler, ama aslında bu yaşamdır. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla Şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.''
Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır...


Alıntı