30 Nisan 2012 Pazartesi

LAHMACUUNN

İnsan rejimdeyken evdekilere lahmacun yap buna nasıl can dayanır şaka şaka hepsine afiyet olsun ...

29 Nisan 2012 Pazar

ZEYTİNYAĞLI BARBUNYA

Çok açım ama yiyemiyorum çokta güzel oldu.Ay ben dayanamıyacağım bu diyete dört gündür protein yemekten helak oldum pazartesiyi  dört gözle bekliyorum...  

27 Nisan 2012 Cuma

: GECE GÜNDÜZ :.

Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki;




- "Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?" 


Öğrencilerden biri; 


- "Uzaktaki sürüye bakarım," demiş, "Koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir." 


Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş, "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır." 


Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.


Bilge kişi şöyle demiş; 


- "Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona "bacım" diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, "kardeşim" sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır..." 


Alıntı

YENİDEN DOĞMAK İSTERDİM


Yeniden doğmak isterdim, yeniden yaşlanmak

Annemin ak sütü gibi tertemiz pak, günahsız
Yeniden anamın ilahi sesiyle ninniler dinlemek
Yeniden, hiç bir şeyden korkmadan
Anamın güven dolu sıcacık gögsünde uyumak
isterdim.
Dünyanın tüm kötülüklerinden uzak Allah’ın
kutsadığı bir kul olmak
Yeniden doğmak isterdim. Peygamberimizle
yaşamak
Efendimizin sesini duymak, ona yakın bir
ümmet olmak
Tamamen Allah’a adanmış bir kul olmak
isterdim.
Yeniden doğsam asla  günahsız tertemiz bir
hayat isterdim.
Yeniden doğsaydım eğer Allah’ım sadece senin
rızanı isterdim.
Yeniden doğsaydım eğer
Daha küçükken sana en yakın olmak isterdim
Ama geç değil Allah’ım,daha ölmedim
Beni sana yakın eyle,beni sana kul eyle
Bana rahmet et,bana merhamet et beni
nurlandır.
Bana hak ettiğim gibi değil lütfunla muamele
eyle.
Sevdiklerimi, sevmediklerimi, tüm kullarını
affeyle.
Yer yüzünde yaşayan her kuluna hidayet eyle
Her kuluna senin rızanı kazandıracak ameller
nasip eyle.
Allah’ım ben günahkar kulun seni çoook
seviyorum.
Ne olur sende beni çoook sev, yar ve
yardımcım ol.
Beni bana,kendi nefisime bırakma
Eğer sen beni bırakırsan yalnız ve yardımsız
Benim halim nice olur, tut elimden kaldır beni
Ey çaresiz olanların tek çaresi olan Allah’ım
Senden yardım isteyen çaresiz kullarına çare
sensin.
Sana yakaran, senden yardım isteyen kullarını
Onların hatalarına bakma, onlara hak ettiği
gibi değil
Senin merhametin, sonsuz şefkatin ve lütfunla
muamele eyle.
Bizleri senin yolundan, o güzel tertemiz
yolundan ayırma Allah’ım . AMİN


 Alıntı

26 Nisan 2012 Perşembe

KISIR ZAMANI MI?

Nar eşkili kısır saat 23_15 yemeğimiz varken küçüğümün isteğini kıramadım.Hocam tavizkar tutum mu sergiledim acaba?İmalı alkışlıyarak beni mahcup ediyorsunuz ama!.. 

MİNİK BEBEKTEN BÜYÜK İNSANA



Dünyaya gelen minik bir insanın hikayesi gözyaşıyla başlar…İlk ayrılığı göbek bağının kopmasıyla hisseder ve Otto RANK'a göre ilk travmasını yaşar, travma cenneti dünyamıza gözlerini açtığında….Neler olmaktadır çevresinde..Neler hissedilmekte ve neler yaşanmakta???Anlamlandıramamak o­nun en güzel tanımıdır adeta
     Ağlar…Bekler ve ister…; ama neyi neden beklediğini bilmeksizin…Acıktığında süte ihtiyacı olduğunu da bilmez ağladığında süt verileceğini de…ve ağlar…Bilmez ki bu bilinmezler ülkesinde hangi duygular kendisine yelken açmakta ve daha hangi ayrılıklar o­nu kollamakta…
     Anne ve Babasının sevgisine ihtiyaç duyduğunu ta ki verilmeyecek olan bu sevginin o­nu hangi patolojilere ulaştıracağını da ancak terapist karşısında öğrenir.Bazen haykırmak ister bu sevgisizliğine, bazen kin kusmak ister sevgi yoksulu anne ve babasına, bazen de sadece isyan etmek ister en derin talihsizliğine.Oysa yolu düşmüştür bir kere çaresizce terapiste..
     “ Sevdiğin kadar sevilirsin” der ya şair Sevdiğin kadar sevilirsin..Nefret ettiklerin kadar kötü ve sevdiklerin kadar iyisin…Sevemez bizim minik bebek sevilmediği için..İçindeki boşluğu doldurabilmek adına tüm sevgisizliğiyle haykırır dünyaya…;fakat bir mana veremez bu ruhsuz haliyle haykırışına
         Bir alay edilme sonucunda hayatı boyunca girdiği hiçbir toplulukta söz hakkı isteyemeyeceğini, baskı ve zorlamalar sonucu içinde oluşan kin ve nefreti önem verdiği her kese yansıtacağını ve hem kendinden hem de herkesten nefret etmenin ne denli bir hastalık olduğunu çok ağır faturalarla ödeyeceğini öğrendiğinde bir kez daha yüzleşir geçmişiyle…
         Babası tarafından sürekli “Sen adam olmazsın diye hakarete maruz kalan” Zihinsel engelli bir öğrencimin duvar dibine oturup kafasını ellerinin içine alıp “ ben adam da olmadım ne olacak şimdi” diye ağlaması içimi acıtır her aklıma gelişinde. 10 yaşında garsonluk yapan bir çocuğun kafasına fırlatılan bir çatalın 30'lu yaşlarda çatala dokunamamakla kendini göstermesi  ve annesinden  duyduğu bir hakaret yüzünden kimsenin pişirdiği yemeği yiyemeyen obsesif kompülsif bir hastanın varlığı , ağzımızdan çıkan cümlelerin kimlerin hayatına nasıl bir etki yaptığı gerçeğini ortaya koyuyor.

 
 Yaşamın kendisi bir kelebek etkisinin ta kendisi…doğumla başlayan bebeğin serüveni ayrılığa ilk merhabasını der belki oysa bu asla son merhaba değildir ayrılığa..Bebek mutsuzlukla açsa da gözlerini dünyaya, uzatılacak bir elin sıcaklığı dolaşır tüm ruhunda…İşte sorun da o “el”dir aslında..Eğer ki ben buradayım varım ve seninleyim diyen olmazsa bebek terkedilmiştir ömür boyu mutsuzluğa…Dünyanın her hangi bir yerindeki bir kelebeğin kanat çırpışı dünyanın diğer ucundaki fırtınaya neden olurken bebeğe uzatılmayan bir “el”in etkisi kim bilir hangi dünyaların iyileşme beklentisi.Sevgilisinden ayrılmanın acısını dayanılmaz kılan hangi annenin sevgisizliği?İş arkadaşlarına güvenmeyip paranoyalar yaşamak hangi duygusuzluğun getirisi?Ve her bebeğin en büyük beklentisi anne ve babalarının yoğun sevgisi!











Alıntı

YUMURTALI EKMEK

Ekmeği fazla almışız bayatlamaya başlamıştı uzun zamandır yapmıyordum aklıma geldi özlemişiz koca bir tepsi yaptım hepsini yedik... Amaan tamam be çogunu ben yedim  sizde az yemeseydiniz çöpemi gitsin bak utandım şimdi

25 Nisan 2012 Çarşamba

KARIŞIK DOLMA

Bugünkü yemeğimiz  biber,kabak,patlıcan dolması( arada yemek'de koyalım bloga )

24 Nisan 2012 Salı

KARINCA VE HZ. SÜLEYMAN (a.s)

                              
Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. 
Karınca da, 
"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.
Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?
Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar. 
Karınca da, 
"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi.
Yüce Allah (c.c) cümlemizi kul kapısına baktırmaktan korusun, amin...

Alıntı

22 Nisan 2012 Pazar

SEN İSTEMESEYDİN RABBİM

Sen istemeseydin Rabbim, Seni 

zikredemezdim.

Sen istemeseydin Rabbim Sana dua

edemezdim.

Sen izin vermeseydin sana yaklaşamazdım

Demek ki kusurlu da olsam beni kulluğuna

kabul ettin.

Sana sonsuz şükürler olsun

Sana sonsuz hamd olsun Rabbim.

Beni  Senden uzaklaştıracak amellerden sana

sığınıyorum Rabbim.

Kalbimi senin sonsuz sevginle doldur Rabbim

Doldurki senden başka ebedi sevgi girmesin

oraya

Seni çooook seviyorum Rabbim...

SIĞINACAK TEK SENSİN

                          
Allah’ım Sana sığınıyoruz bildiğimiz ve

bilmediğimiz kötülüklerden.

Allah’ım Sana sığınıyoruz

belardan,musibetlerden,her türlü şerden.

Allah’ım Sana sığınıyoruz cehennem

azabından,kabir azabından.

Allah’ım Sana sığınıyoruz,rızasızlığından.

Allahım bizlere varlğını hissettir,lütfunun ışığı

hoşnutlugunun yolunu göster...





21 Nisan 2012 Cumartesi

KUZEY OĞLUM

Akıllımın kuşu ismi Kuzey onu çok sevdik daha yavru ama aklı büyük birazda nankööör biz onu çok seviyoruz o bizden kaçmaya çalışıyor hemde kafesin parmaklıklarından, tek tek parmaklıkları yokladı bende oyun oynuyo zannettim sonunda sığacağı yeri bulmuş kaç defa kaçarken yakaladım sonraa 

Anne dayağı yiyince böyle saklandı!..


Dayak cennetten çıkmış diye boşuna söylememişler.Gerçi sevince tekrar şımardı (Önlemi aldım çıkacağı yeri iple bağladım)
 ama o yinede vazgeçmiyor kaçmak için ipi kemiriyor  aynı yere gelip nöbet tutuyor ama Kuzey biz seni çok seviyoruz gitme Annemm...



FARENİN DERS VEREN ÖYKÜSÜ

                           
Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.
Kendi kendine:
İçinde hangi yiyecek var acaba ?" diye düşündü.Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.
"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.
Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:"Zavallı farecik...Bu senin sorunun benim değil.Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi.
Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koştu ve,"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye adeta çırpındı. Domuz anlayışla karşıladı ama,"Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol"dedi. Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve , "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!" dedi.İnek ;Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor." dedi.
Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı.
O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu.Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanınından
geliyordu.
Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu.Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti.
Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor,zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının
ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu.
Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu.Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti.Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi.Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü.
Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.
Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.
Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise tehlike bir gün hepimiz içindir unutmayalım...

Alıntı

FISILTI(TANRIM KONUŞ BENİMLE)


Adam fısıldadı, ” Tanrım konuş benimle” ve 
bir kus cıvıldadı ağaçta ama adam duymadı.

Sonra adam bağırdı ” Tanrım konuş benimle!”
 Ve gökyüzünde bir şimşek

çaktı, ama adam dinlemedi onu
.
Adam etrafına bakındı ve ” Tanrım seni 
görmeme izin ver” dedi. Ve bir yıldız parıldadı
 gökyüzünde. Ama adam farkına varmadı
.
Ve adam bağırdı, ” Tanrım bana bir mucize
 göster! ” Ve bir bebek

doğdu bir yerlerde. Ama adam bunu bilemedi
.
Sonra adam çaresizlik içinde sızlandı, ” Dokun
 bana Tanrım ve burada

olduğunu anlamamı sağla! ” Bunun üzerine
 Tanrı aşağı doğru süzüldü ve adama
 dokundu
.
Ama adam kelebeği elinin tersiyle uzaklaştırdı
 ve yürüyüp gitti.




Alıntı

HAYAT(HİNTLİ USTA)


Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı.
Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.
Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken ayni soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mi?" diye sordu yaşlı adam,
"Hayır" diye cevapladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve söyle dedi:
"Yasamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de
çok. Istırabın miktarı hep aynidir. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."





Alıntı

DENİZ YILDIZI

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca, bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil, binlerce denizyıldızı var. Ne değişecek ki?Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır.- Onun için çok şey değişti ama...


Alıntı

TABLO

  Bir gün avrupanın ünlü sanat merkezi kentlerinden birinde gezen çocuğun biri bir vitrinde çok hoş bir tablo görür. tablo belliki oldukça pahalıdır.

çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile o mağazaya gider. şanslıdır tablo hala satılmamıştır .içeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve "abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum. tüm paramda bu kadar" der. ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve resmi satar.

çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar.

mağazada adamın arkadaşlarıda vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar.

-sen ne yaptın o resmin değeri milyonlar ederdi. neden bu kadar cüzi bir rakama sattın?

adam cevap verir:

-evet ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim. ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim.





alıntı























KIRLANGICIN ÖYKÜSÜ

  Bir kırlangıç, bir kadına aşık oldu ve kadının penceresinin önüne konup ona; "Ben seni çok seviyorum lütfen pencereyi açıp beni içeriye al da birlikte yaşayalım" dedi. Kadın; "Olmaz, alamam...Sen bir kuşsun ve bir kuş bir kadına aşık olamaz!" diye yanıt verdi.kırlangıç bir süre sonra tekrar geldi ve "Lütfen pencereyi açıp beni içeri al birlikte yaşarız. Hem ben sana dost ve arkadaş olurum, canın da sıkılmaz birlikte yaşar gideriz..." dedi. Kadın onu yine geri çevirdi. Zaman geçti, sonbahar geldi. kırlangıç üçüncü ve son kez pencerenin önüne konup kadına : "Lütfen beni içeri al... Artık soğuklar başladı, dışarıda kalamam. Biliyorsun ben sıcak havalarda yaşayabilirim yalnızca.. Beni içeri almazsan sıcak ülkelere gitmek zorunda kalırım. Lütfen beni içeri al da burada kalayım. Birlikte yemek yer, omuzlarına konar, seni neşelendirir, sana yarenlik ederim. Hem sen de benim gibi yalnızsın..." Kadın; "Git derhal başımdan! Ben yalnız kalırım" dedi ve kuşu kovdu... Kırlangıç da bu yanıt üzerine üzüntülü bir biçimde uçtu ve uzaklara gitti. Kadın kırlangıç uzaklara gittikten sonra düşünmeye başladı. "Ben ne kadar aptal, ne kadar akılsiz bir kadınım, niye kırlangıçla birlikte kalmayı kabul etmedim. Ne güzel birlikte kalırdık.." dedi kendi kendine ve kırlangıcı sıcak ülkelere gönderdiği için çok pişman oldu. Kadın pişman olmuştu ama iş işten geçmişti. Sonunda kendi kendine "Nasıl olsa sıcaklar başlayınca kırlangıcım geri gelir. Ben de onu içeri alırım, birlikte mutlu bir yaşam süreriz" dedi...Ve penceresini sonuna dek açıp beklemeye başladı. Yazın gelmesiyle kırlangıçlar gelmeye başladı. Ama onun kırlangıcı gelmemişti .

Kadın Yazın sonuna dek hiç penceresini kapatmadan pencerenin başında bekledi ama boşuna.. kırlangıç yoktu.. Gelen kırlangıçlara sordu ama onun kırlangıcını gören olmamıştı. Sonunda bir bilge kişiye halini danışmak ve ondan bilgi almak için gitti. Bilge kişiye olanları anlattıktan sonra bilge kişinin verdiği yanıt kısa olmuştu : "Kırlangıçların ömrü 6 aydır...."

Yaşamda kimi insanlar vardır, bir kez karşına çıkar ve fark etmezsen, değerini bilmezsen uçup gider... Ve asla geri gelmezler...

Dikkatli olun, farkında olun ve bir düşünün... Acaba kaç kırlangıcı kovaladınız pencerenizden bugüne dek ?..



Alıntı

BABA OĞUL

    geçmiş zaman, hiç geçinemeyen bir baba ve oğlu varmış. baba , oğlunu

" sen adam olamazsın"

diyerek devamlı ikaz edermiş. gel zaman git zaman oğlan, ülkenin veziri olmuş. genç vezir, adamlarına babasını yanına getirmeleri için emir vermiş. yaşlı baba , yaka paça vezir oğlunun huzuruna çıkarılmış. kendisi ile gurur duyan vezir,

"bak baba gördün mü beğenmediğin oğlun vezir oldu"

demiş. baba oğluna şöyle bir bakmış ve demiş ki ;

"oğlum, ben sana vezir olamazsın demedim, adam olamazsın dedim".





ALINTI 







KÜÇÜK İSTAVRİTİN ÖYKÜSÜ

Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp hızla atıldı çapariye önce müthiş bir acı duydu dudağında gümbür gümbür oldu yüreği sonra hızla çekildi yukarıya... Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü neye benzerdi acep gökyüzü.Bir yanda büyük bir merak biryanda ölüm korkusu. "Dudağı yarıklar " denir, şanslıdır onlar, hani görüp te gökyüzünü , insanı oltadan son anda kurtulanlar. Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu küçük istavrit anladı yolun sonu. Koca denizlere sığmazdı yüreği. Oysa, şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, ansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.İnsanlar gelip geçtiler önünden bir kedi yalanarak baktı gözünün içine yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.İşte tam o anda eğilip aldım onu. Yürüdüm deniz kenarına bir öpücük kondurdum başına,iki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle, saldım denizin sularına.Bir an öylece baka-kaldı Sonra sevinçle dibe daldı. Gitti tüm kederimi söküp atarak, teşekkürü de ihmal etmemişti. Bir kaç değerli pulunu Elime, avuçlarıma bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu niye? "
Bir gün dedim, bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, Son ana kadar hep bir umudum olsun diye...


Alıntı